Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü

Bilim felsefesi bloğum Post-Servet-i Fünun’nun ilk yazısına hoş geldiniz.

Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Derneği, EkoEvo’nun her yıl gerçekleştirdiği Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Sempozyumu’nun 11.si, EEBST2025, 8-11 Temmuz 2025 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü’nde gerçekleştirildi.

Sempozyumun ilk günü Biyoloji Felsefesi Mini-Sempozyumu ile başladı. Böylece biyoloji felsefesi ilk kez EEBST’de temsil edilmiş oldu. Ben de bu mini-sempozyum vesilesiyle EEBST’ye ikinci kez katılmış oldum.

Sempozyuma katılırken aklımda hakkında bir yazı yazmak hiç yoktu, o yüzden konuşmaları dinlerken ne o göz/kulakla dinledim ne de herhangi bir not aldım. Ancak sonraki günlerde sempozyumda yapılan konuşmaları sık sık ziyaret ettiğimi, konuşmacılarla zihnimde diyaloğa girdiğimi fark ettim. O yüzden en iyisi bunu bir yazıya dökeyim dedim. Mini-sempozyumun sonunda bir de mini-panel gerçekleşti, orada da ne soru sordum, ne de bir katkıda bulundum. Bu yazıyı o panele yapılmış, gecikmiş bir katkı olarak düşünebilirsiniz.

Hacettepe Biyoloji bölümünün benim gözümden görünüşü.

Lisans eğitimimi Hacettepe Biyoloji bölümünde yani Beytepe’de almıştım. Ancak aşağı yukarı 20 senedir Beytepe kampüsünde bulunmamıştım, bu sempozyum bana yıllardır görmediğim insanları; hoca ve arkadaşlarımın bir kısmını görme şansı da sunduğu için aynı zamanda biraz nostaljiktim. Çok sevdiğim Beytepe kampüsünü fazla inceleme fırsatım olmasa da daha güzelleşmiş buldum. Evet yapılaşma artmıştı ancak ağaçlar da büyümüştü.

Sempozyumu düzenleyen ekibe de emekleri, güler yüzleri, misafirperverlikleri, ve biyoloji felsefesini EEBST25 programına dahil ettikleri için teşekkür etmeliyim. Umarım bundan sonraki yıllarda bu uygulama devam eder ve dahası önümüzdeki senelerde biyoloji felsefesi, sempozyumun geri kalan oturumlarıyla biraz daha entegre hale getirilebilir.

EEBST2025’in 4 günlük programı

Richard Feynman’ın bilim felsefesinin bilime ve bilimcilere herhangi bir katkısı olmadığı ve olamayacağı minvalindeki meşhur ve talihsiz sözleri pek çok başka bilimci tarafından da benimsenmiştir. Felsefe karşıtlığı bilimciler arasında yaygın bir tutum. Biyoloji ile biyoloji felsefesi arasındaki ilişki için de aynısını söyleyebilir miyiz? Biyoloji felsefesinin biyolojiye hiçbir katkısı yok mudur? Biyolog bilim insanları da felsefeye, biyoloji felsefesine karşı mıdırlar? Yoksa sadece kayıtsız mıdırlar?

Mini-sempozyum, Çağlar Karaca Hoca’nın “Biyoloji felsefesi, biyolojiye ne katabilir?” üst başlıklı sunuşuyla başladı. Ve sempozyum boyunca bu soru farklı şekillerde hem katılımcılar tarafından soruldu hem de konuşmacılar tarafından yanıtlanmaya çalışıldı. Benim kendimle girdiğim diyaloglar da hemen hemen genelde bu konuyla ilgiliydi: Biyoloji felsefesi biyolojiye ne katabilir ve bu katkı nasıl sağlanabilir? Mesela biyoloji bölümlerine biyoloji felsefesi dersi konmalı mıdır? Böyle bir dersin biyoloji eğitimine yararı olur mu, olursa bu yarar nedir? Bunu kimse sormadı ama, onu da ben sorayım; biyoloji felsefesinin biyoloji eğitimine zararı olma ihtimali var mıdır?

EEBST2025 Biyoloji Felsefesi mini-sempozyumu programı

Feynman’a geri dönüp bu soruları onun formüle ettiği şekilde kuşlar ve ornitoloji üzerinden biz de bir soralım. Ornitolojinin kuşlara bir faydası var mı? Feynman olmadığını ima ediyor. Ornitolojinin kuşlara bir etkisi olmayacağını ancak bir fizikçi düşünürdü zaten. Biyologlar ise ornitolojinin kuşlara yararı gibi zararı da olabileceğini iyi bilirler. Burada soru bir nasıl sorusuna dönüşüyor: Ornitoloji kuşlara nasıl yararlı olur ve nasıl zararlı olmaz? Bence aynı sorular biyoloji ve biyoloji felsefesi ilişkisi açısından da sorulabilir, hatta sorulmalıdır. Yani biyoloji felsefesi biyolojiye nasıl yararlı olur ve nasıl zararlı olmaz? Bu sorunun ikinci yarısı ilk bakışta kulağa çok saçma gelebilir ta ki bir biyolog ciddi bir şekilde biyoloji felsefesiyle karşı karşıya kalıncaya kadar. İşte o zaman bu soru gerçek gücüne kavuşur. Burada üstad Miyagi’nin bilge sözlerini hatırlatmakta yarar görüyorum: “Karate yapmazsın, tamam, karate yaparsın o da tamam ama şöyle böyle karate yaparsan, ezilirsin üzüm gibi.”

Bilimciler bilimin bir sorgulama faaliyeti olduğunu ve kendilerinin açık fikirli olduklarını düşünmeye eğilimlidirler. Burada Thomas Kuhn’a dönmeliyiz. Kuhn bilimin ve bilimcilerin bir ölçüde muhafazakâr olduğunu, yoksa bilimin yerinde sayacağını söyler. Bu önerme size doğru geliyor mu, ne dersiniz?

Bilim ilerliyor mu? Bilimcilerin hemen hepsinin, bilim felsefecilerininse ezici bir çoğunluğunun bundan en ufak bir şüphesi bile yok. Ne kadar da felsefe dışı bir tutum… Peki felsefe ilerler mi? Bu soruya ise genelde verilen yanıt olumsuzdur, felsefe pek de ilerlemez, ancak değişir. Ben bu iki çoğunluk görüşüne de katılmama eğilimindeyim; bilimin ilerlediğine dair şüphelerim varken felsefenin ilerlediğini düşünmeye daha yatkınım.

Bu yazının bir tartışma başlatıcısı olmasını umut ediyorum, o yüzden sempozyumda yapılan sunumlara dair birkaç soru daha soracağım, umarım birinden birinin mayası tutar da, buralarda da felsefe, biyoloji felsefesi yapmaya başlarız…

Size bir diğer sorum biyolojinin sadece felsefeye mi ihtiyacı var, başka sosyal ve beşeri araştırmalara da ihtiyaç var mı? Bu soruya benim vereceğim yanıt olumlu olacak. Biyolojinin felsefenin yanı sıra, tarihe, sosyolojiye, antropolojiye ve bilim ve teknoloji çalışmalarına da ihtiyacı var. Bunları hep bir çatı altında toplayacak olursak disiplinerarası, multidisipliner bir “Biyoloji Çalışmaları”na ulaşırız. Bu bir nevi biyolojinin bilimi gibi bir şey olur. Ancak dahası da var, özellikle felsefe sadece var olanı tanımlamakla kalmaz, bize nasıl olması gerektiğini de söyleme cüretini gösterir. Biyologlar nasıl biyoloji yapmalıdır da bu biyoloji çalışmalarının parçasıdır. Sizce bütün bunlara gerek var mı? Kuşların ornitologların nasıl daha iyi kuş olabilirler tavsiyelerine ihtiyaçları var mı? Peki ya bilimcilerin, “bilim-bilimcilerin” tavsiyelerine?

Bir diğer sorum da Mehmet Elgin Hoca’nın sunumunun başlığında geçen bir ifadeyle ilgili: “Darwin Devrimi.” Bu ifade biyologlar için neredeyse bir hakikati ifade ediyor: “Darwin, Türlerin Kökeni‘yle biyolojide bir devrime yol açtı.” Bu doğru mu gerçekten? Felsefi, tarihi ve sosyolojik olgular bu iddayı destekliyor mu? Yoksa sezgilerimiz mi söylüyor bunu bize, peki bu sezgilerin kaynağı ne?

Bir diğer soru da Çağatay Tavşanoğlu Hoca’nın sunumundaki bir ifade, “paradigma” hakkında sorulabilir. Bilimsel paradigmaların, varlığı-yokluğu, neliği, değişip değişmedikleri, değişiyorsa nasıl değiştikleri bilim felsefesini on yıllarca meşgul etmiştir. Elbette, Çağatay Hoca paradigmayı genel-geçer anlamıyla kullanıyor. Ancak son derece ilham verici olan sunumunun bilim felsefesiyle ilişkilendirilmesi onu çok daha heyecanladırıcı bir hale sokabilir. Misal, Kuhn, “paradigma” terimini bir düzineden fazla birbirinden farklı anlamda kullanmıştır. Bu farklı anlamlar içinden en kapsayıcı olanına göre, belirli bir anda bir bilimde ancak sadece ve sadece bir paradigma var olabilir. Eğer Çağatay Hoca, paradigmanın bu anlamını kullanmayı tercih etseydi, o zaman pek çok soru gündeme gelecekti: Gerçekten ekolojide paradigmalar var mı, yoksa bir paradigma öncesi dönem mi yaşanıyor? Eğer birbiriyle yarışan farklı ekoloji yapma ve anlama biçimleri gerçekten farklı paradigmalarsa Kuhn’cu bir anlayış ekolojide geçerli olmayabilir. Bu sorulardan bilim felsefesinin artık o kadar da hareketli olmayan bir alanına, kuramsal değişim tartışmalarının topraklarına gireriz.

Son bir soruyu da Ergi Deniz Özsoy Hoca’nın sunumunun başlığından getirmek istiyorum: “Doğal seçilimin tarihselliği.” Maalesef Ergi Hoca’nın sunumun başını kaçırdım, ancak dinlediğim kadarlık kısmında doğal seçilimin tarihselliğinden ontolojik olarak bahsetti. Ancak ben başlığı ilk gördüğümde bunu epistemolojik anlamıyla anlamıştım ve bunu fark edince aynı başlıkla ne kadar farklı sunumlar yapılabileceğini düşünerek epey eğlendim. Demek istediğim şu, Ergi Hoca doğal seçilim olgusunun tarihselliğinden bahsetti, bense doğal seçilim düşüncesinin tarihselliğinden bahsediyorum. Tarihsel koşullar doğal seçilim düşüncesini etkilemiş midir? Başka tarihsel, toplumsal koşullarda doğal seçilim keşfedilebilir miydi, keşfedilebilirse aynısı mı olurdu, yoksa biraz ya da çok farklı mı olurdu?

İşte bunlar hep biyoloji/bilim felsefesi ya da “biyoloji çalışmaları” soruları… Umarım ilginizi çekmiştir ve umarım bu sorularla ilgilenmenin biyolojinin “gelişimine” katkısı olabileceğine dair bir izlenim oluşmuştur. Öyleyse tartışalım, öyle değilse de tartışalım.

Beklerim, efendim.


Murat Gülsaçan sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Mini-Sempozyum üzerine Mini-Mini Düşünceler” için 2 yorum

  1. Murat selam,
    Aşağıda birkaç yorum var. Numaraladım. Alıntılar üzerinden yorum yaptım.

    1-“Richard Feynman’ın bilim felsefesinin bilime ve bilimcilere herhangi bir katkısı olmadığı ve olamayacağı minvalindeki meşhur ve talihsiz sözleri pek çok başka bilimci tarafından da benimsenmiştir. Felsefe karşıtlığı bilimciler arasında yaygın bir tutum. Biyoloji ile biyoloji felsefesi arasındaki ilişki için de aynısını söyleyebilir miyiz? Biyoloji felsefesinin biyolojiye hiçbir katkısı yok mudur? Biyolog bilim insanları da felsefeye, biyoloji felsefesine karşı mıdırlar? Yoksa sadece kayıtsız mıdırlar?”

    “Biyoloji felsefesi biyolojiye ne katabilir ve bu katkı nasıl sağlanabilir? Mesela biyoloji bölümlerine biyoloji felsefesi dersi konmalı mıdır? Böyle bir dersin biyoloji eğitimine yararı olur mu, olursa bu yarar nedir? Bunu kimse sormadı ama, onu da ben sorayım; biyoloji felsefesinin biyoloji eğitimine zararı olma ihtimali var mıdır?”

    Ben ikinci paragrafta “biyoloji” ve “katkı” kavramlarının iki farklı anlamda kullanıldığını düşünüyorum. Biyoloji bir bilgi bütünü (body of knowledge) olarak düşünülebilir veya üniversitede bir bölüm olarak. Bunun üzerinden de biyolojiye olacak katkı iki farklı anlamda olabilir. Bu ikisi birbirinden çok da ayrı ele alınmaması gereken iki kavram belki de. Ama, örneğin felsefedeki ontoloji/epistemoloji ayrımı evrim tartışmasının kavramsal analizinde rol oynarken, biyoloji programlarında felsefe dersi bulunup bulunmaması iki farklı bağlamda “katkı” olmuyor mu?

    2-“Ornitolojinin kuşlara bir faydası var mı? Feynman olmadığını ima ediyor. Ornitolojinin kuşlara bir etkisi olmayacağını ancak bir fizikçi düşünürdü zaten. Biyologlar ise ornitolojinin kuşlara yararı gibi zararı da olabileceğini iyi bilirler. Burada soru bir nasıl sorusuna dönüşüyor: Ornitoloji kuşlara nasıl yararlı olur ve nasıl zararlı olmaz?”

    “Ancak dahası da var, özellikle felsefe sadece var olanı tanımlamakla kalmaz, bize nasıl olması gerektiğini de söyleme cüretini gösterir.”

    “Kuşların ornitologların nasıl daha iyi kuş olabilirler tavsiyelerine ihtiyaçları var mı?”

    Şu üç alıntı sanırım aynı konu ile ilgili. Kuşların ornitologlara ihtiyacı var mıdır? Burada what is/what ought to be ayrımını hiç yapmıyor musun? Ornitoloji kuşları varolanlar, şeyler, “what is”, “olgu” olarak incelemiyor mu? “What is” veya “olan”, kuş “olgu”su bize ne anlamda şeylerin nasıl olması gerektiğini verebilir?
    Metafizik açıdan bir “olması gereken” belki şu metafizik teorisinin bu diğerinden daha uygun olmasından elde edilebilir. Ama bu bağlamdaki “olması gereken” felsefeci için bir teoriyi diğerine tercih etmesi bakımından ortaya çıkıyor. Buradan elimizdeki teorinin bahsedebileceği olgulara dair onların nasıl olması gerektiğine dair bir zemin elde edebilir miyiz? Ben bunu anlamadım.
    Şu ikisini de soruyorum: Biyologların ornitolojinin kuşlara yararı/zararı olduğunu bilmeleri ve felsefecinin bunu bilmemesini açıklayabilir misin? Bununla felsefenin “şeylerin nasıl olması gerektiği”ni söylemesi ve ornitologların “kuşların nasıl olması gerektiği” tavsiyeleri arasında nasıl bir bağlantı var?

    3-Misal, Kuhn, “paradigma” terimini bir düzineden fazla birbirinden farklı anlamda kullanmıştır. Bu farklı anlamlar içinden en kapsayıcı olanına göre, belirli bir anda bir bilimde ancak sadece ve sadece bir paradigma var olabilir. Eğer Çağatay Hoca, paradigmanın bu anlamını kullanmayı tercih etseydi, o zaman pek çok soru gündeme gelecekti: Gerçekten ekolojide paradigmalar var mı, yoksa bir paradigma öncesi dönem mi yaşanıyor?

    Paradigmanın bahsettiğin anlamı paradigmanın anlamından ziyade bir niteliği gibi geldi bana. Paradigmanın ne olduğundan çok bir bilimde belirli bir zamanda “paradigma” kavramının bilim yapma pratikleri açısından kapsayıcılığı ile ilgili. Bu söylemek istediğine bir itiraz değil sanırım.

    Liked by 1 kişi

seren için bir cevap yazın Cevabı iptal et